Social Icons

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Kendini Hatırlama Meselesi



Pelin Çınar
                      
           “Aklımı bir şaşkınlık aldı susup kaldım, yalnız bazı bazı uğradığım dehşeti hatırlamaktayım” (Şeyh Galip)
                                                                                                                                                                                                  
İnanın bu yazı, ömrün birkaç saniyesiyle ilgili sadece.
Akşam içkiyi fazla kaçırmış ya da bir sebepten uyuyakalmışsanız mesela, uyandığınızda saatin kaç olduğunu hakkında hiçbir fikrinizin olmadığı o birkaç saniye… Mesela, benimsemediğiniz bir odada uyandıysanız nerede olduğunuzu çıkaramadığınız… Bir kaç saniye işte. Yastığınıza gömülüp ağlaya ağlaya uykuya daldığınız akşamın sabahında, tüm o ağrılar tekrar boğazınızı kelepçelemeden hemen önce rahatça nefes alıp verebildiğiniz birkaç saniye… Az önce gördüklerinizin rüya olduğuna üzülmeden ya da gerçek olmadığına sevinmeden önceki birkaç saniye… 







Sonra hatırlamaya başlarsınız; nerede olduğunuzu, kim olduğunuzu... Haftanın hangi günü olduğunu, işe gitmeniz gerektiğini hatırlarsınız.  Eğer alarm sesine uyanmadıysanız ya da sizi uyandıran bir suret yoksa karşınızda, uzanır saate bakarsınız. Ne giyeceğinizi, kahvaltı yapıp yapmayacağınızı, hava durumunu, trafiği düşünmeye başlarsınız; bir yandan evden kaç dakika sonra çıkmanız gerektiğini hesaplayarak. Her sabah yeniden karar verilmesi gereken onlarca şey var. Fark etmeden olasılıklandırdığınız, hesapladığınız, karar verdiğiniz bir sürü küçük şey.
Yine de bütün bu karar-eylem silsilesi içinde bazen beklemedik bir misafir gelir bulur sizi. Yıllar öncesinden bir anı, bir resim, bir koku; eski sevgilinizin sabah mahmurluğu gelir aklınıza bir anda ya da boynunuzda asılı beslenme çantanız, resim dersi için gereken renk renk el işi kâğıtlarıyla okula koştuğunuz sabahları hatırlarsınız.
Hesapta olmayan her düşünce hızla geçmişe doğru gider, yeteri kadar geriye gittikten sonra da kendi ivmesiyle gelip şimdiki zamanınıza çarpar.
Ve o harikulade sıradan silsile bozulur! Bu sefer gerçekten hatırlamaya başlarsınız, kim olduğunuzu ya da olmadığınızı, olamadığınızı…
Her sabah kör bir alışkanlıkla selam verdiğiniz insanların yüzüne dikkatle baktığınızı fark edersiniz o sabah. Mutlular mı diye düşünürsünüz? Ben mutlu muyum? Beni hala seviyor mudur? Beni gerçekten sevmiş miydi hiç? Ne yapıyorum ben burada? İşimi seviyor muyum? Bu şehirde ne kadar yaşayabilirim? Burnunuzun ucundaki küçücük bir sineği kovmaya çalışır gibi kafanızı iki yana sallayıp kovmaya çalışırsınız bu pek tehlikeli soruları.
 Ama o gün, hatta belki devamındaki birkaç gün siz artık iflah olmazsınız. Bir kere Pandora’nın Kutusu açılmıştır. Unuttuklarınız ve bir türlü unutamadıklarınızın savaşı başlar. Her anınızı sorgulamaya başlarsınız.
Oysa cevapsız sorular dünyaya çivilenmez de buharlaşıp kaybolur sanki. Yani çok sürmez bu alt üst olma durumu, hızla gündelik reflekslerinize geri dönersiniz. Haftanın üç günü yüzmeye, eski arkadaşlarınızla daha sık görüşmeye, İtalyanca öğrenmeye karar verirsiniz. Bazen yapar, bazen yapamazsınız.
 O olağan karar-eylem silsilesindeki bazı küçük taşları yerinden oynatırsınız illa ki,  illa ki devam edersiniz. Devam edilir yani, mesele o değil!  Bu sırada, bazı fikirler hafızanızın derinliklerine sürgün yer, bazı düşler aklın sınır boylarında yitip gider ama siz illa ki devam edersiniz.
Bir ömürde birkaç saniyenin lafı mı olur derseniz, size verecek cevabım yok. Ama uyandığınızda ve kim olduğunuzu hatırladığınızda bir an için bile demli bir ağırlık çöküyorsa ruhunuza, bu mesele sadece sizin meselenizdir. Sizin hikâyenizin meselesidir.

 Zaman göğsünüze bata çıka ilerlerken, kendinizi hatırlamak için aynaya bakmanıza gerek kalmaması dileğiyle…




9 Ağustos 2013 Cuma

''Diamonds are a girls's best friend!?''





Zeynep Cansoylu'nun kaleminden:

Amsterdam Pırlanta Müzesi - Diamant Museum


Amsterdam'da en sevdiğim müze/sergi Van Gogh, modern sanat veya denizcilik müzesinin yanı sıra çoğu kadının rüyalarını süsleyecek bir müze daha var: Pırlanta Müzesi .

Şehre gelir gelmez ilk olarak Pırlanta Müzesine gitmemiz kaçınılmazdı doğal olarak. İster pırlantaları çok sevip hakkında herşeyi bilin isterseniz hiç birşey bilmeyin bu müzede sıkılmayacaksınız o garanti!

Kat kat, ev şeklinde döşenmiş, sıkılıp bunaldıkça bir köşede oturup dinlenebilirsiniz. Hatta kafesinden içeceğinizi alıp içe içe gezinebilirsiniz. Herşeyin fotosunu çekmek de serbest. 

Girişte kocaman sahte pırlantalı lamba ile karşılanıyoruz ve başlıyoruz yukarı çıkmaya...

(Bu arada 3d sanal tur yapmak için tık tık)



Hemen ilk katta pırlanta tarihini anlatan 5 dk'lik  filmimizi izliyoruz.( 4 C (cut, clarity, carat, color) sisteminin bulunuşu, geçmişten günümüze pırlanta çıkan ülkeleri vb anlatıyor)
 Sonrasında değişik kesimlerin kocaman boyutlarına bakıyoruz. 

Hollanda'dayız sonuçta... Adamlar hemen Van Gogh'u hatırlatıyor. Starry Night tablosunun gerçek pırlantalar ile replikasını yapmışlar. 




Sonraki katta benim favorim ve özel ilgi alanım Kraliyer mücevherlerinin replikaları var. İngiltere'den Victoria'nın hazinesine geçmiş o kadar çok değerli parça var ki... 








Pırlanta görünümlü raket de en ilgi çeken parçalar arasındaydı. 



En üst katta ülkelerin kral ve kraliçelerin taçlarından örnekler vardı. İngiltere bu taş ve gösteriş işinde en usta
ülkelerde biri.




Yuvarlak kesim bir pırlanta içinde gibi hissettiren ayna ve ışık oyunları ile ayarlanmış bir pırlanta odası vardı. İçeride de durmadan Marilyn'in Diamonds are a Girls Best Friends şarkısı çalıyordu. 



Son olarak en üst katta kendi fotonuzu çekip sanal olarak kraliyet takılarını ekleyebildiğiniz bir bilgisayar var. Ücretsiz olarak yapıp kendinize mail atıyorsunuz, benim denemelerimden en güzeli aşağıdaki oldu. :)


Bir gün yolunuz Amsterdam'a düşerse maksimum 1 saatinizi ayırıp bu pırıltılı müzeye gitmenizi tavsiye ederim.


2 Ağustos 2013 Cuma

Cinque Terre


Aylar sonra çalışmadığım bir hafta sonunun devamında nihayet ağzımın tadıyla “pffsss yine pazartesi oldu yea” diye söylenerek ben de yazımı paylaşıyorum gençler. Umarım beğenir ve yayınlarsınız.. Bunu nezaketen söylenmiş bir cümleden çok tüm ortaokul yıllarında yazdığı kompozisyonlara “insanoğlu yüzyıllardır..” diye başlayan; 300 sayfa raporu en edilgen kalıplarla tıkır tıkır yazabilirken mailin sonuna acaba “iyi çalışmalar” mı yazsam yoksa “teşekkürler” mi ikilemi yaşayan birinin samimi isteği olarak kabul edin. 

Aslında pazartesi sendromu yaşamamak için pazarları çalışmak gibi dahiyane bir fikrim olsa da bu fikri şimdilik sadece kendime saklıyorum ve sizi çocukluğuma; taa yıllar öncesinin o tozlu raflarına kısa bir yolculuğa götürüyorum. Şaka la şaka, kime ne benim çocukluğumdan, hem zaten sitenin sıkı takipçisi olduğum için içeriğin gezi yazıları olduğunu da biliyorum. Ama konudan ve içerikten bağımsız olarak herhangi bir yazıya böyle bir giriş yapmayı hep çok istemişimdir yıllardır, bu bölümü çıkarmayıp yayımlayarak bana bu fırsatı da sunduysanız eğer, bir teşekkür de bu güzel hareketinize.


Yıl 2006, o zamanlar Hollanda’da Rotterdam Universitesi’nde Erasmus öğrencisiyken ismini ve sebebini hala henüz tam anlayamadığım ancak kraliçe ile ilgili olduğunu bildiğim iki haftalık tatili bir hafta da benden olsun diyerek üç haftaya çıkarmış ve avrupayı gezme fırsatım olmuştu. (Bu vesile ile tatilimde emeği geçen Hollanda kraliçesine buradan selam gönderir göz kırparım, kıps;)
Uçak, tren ve kiralık araba kombinasyonları ile tamamladığımız rota, Rotterdam’dan yola çıktıktan sonra  sırasıyla Amsterdam – Paris – Milan – Como – Venedik – Bologna – Modena - Cinque Terre – Floransa – Roma – Barcelona – Valencia – Granada – Toledo – Madrid şeklindeydi.  Bu yazıda bunlardan yalnızca bir tanesini; İtalyancada “Beş Köy” anlamına gelen, İtalya'nın batısında La Spezia - Genova arasında dik yamaçlar üzerine kurulu evleri ve benzersiz gün batımı manzarasıyla Unesco’nun dünya mirası listesinde yer alan ve beş kasabadan oluşan köyler topluluğu olan Cinque Terre’yi kısaca anlatacağım.
Cinque Terre, taa ki 1900’lü yılların başında demiryolu yapılana kadar yüzyıllardır insanoğlunun el değmediği bir yer (evet yüzyıllardır, kendime selam çaktım). Genelde Portfino’da aşk başkadır diyerek Portofino’ya gidenlerin uğradığı bu yöreye, uçak ile Genova’ya vardıktan sonra Cenova’dan gün içinde 5-6 kez kalkan Pisa yönündeki tenlerden biriyle yaklaşık bir bucuk saatte ulaşmak mümkün. Diğer köylere gidebilmek için aynı tren istasyonundan diğer dördünün istasyonlara uğrayarak yola devam eden, ortalama yarım saatte bir geçen iç hat trenleri kullanılıyor.




Bölgenin dağlık yapısı nedeniyle büyük oteller genelde  şehir merkezlerinden birkaç kilometre uzaklıkta yer alıyor. Şehir merkezlerindeki otellerde gecelik konaklama ise kişi başı ortalama 100 Euro’dan başlıyor.  Şehir dışındaki otellerde ise sunulan daha kaliteli hizmetten ötürü gecelik konaklama kişi başına ortalama 200 Euro civarı. Yani parası olana hayat, dünyanın geri kalan yerlerinde olduğu gibi Cinque Terre’de de güzel gençler.
Bu beş şehrin tamamını gezme fırsatım olmadı, yalnızca Riomaggiore’de bulundum. Konaklamanın pahalılığından bir üstteki paragrafta bahsetmiştim sevgili okur, ancak he ne kadar tek bir şehrini gezmiş olsam da, bu benim tatilde geçirdiğim üç haftalık süre içerisinde bu yörenin en beğendiğim iki yerden biri olması gerçeğini (diğeri Como gölü) de değiştirmiyor.







Bu sebeple uzun uzadıya bir gezi yazısı yazmaktansa kendiniz gidip neler keşfedebilirsiniz onları kısaca özetlemeye çalıştım.

Trekking Parkurları: Köyler arası trenle yolculuğa alternatif olarak bu beş köyü de birbirine bağlayan ve yol boyunca limon ağaçları, üzüm bağları ve zeytin bahçelerini eşliğinde güzel vakit geçirebileceğiniz trekking parkurları bulunuyor. Olur da bir gün niyetlenir buraya gitmeye karar verir, öncesinde de yürüyüş ayakkabısı almaya karar verirseniz kinetix alın, yerli malıymış.
Tekne turları: Deniz kenarı zaten, olmazsa olmaz. Fiyatlar nedir, yolculukta yemek verirler mi bilmiyorum ama.


İtalyan Mutfağı: Yorumsuz (Evet burda bundan önceki üç yazıda homini gırtlak yemek yazıları yazan editörlere de selam çakıyorum)


Gün batımı Manzarası: Örnek resim koydum aşağıya, akdeniz akşamları eşliğinde sıradan romantik bir gün batımı gibi olmasa gerek bu.

Deniz&kum&güneş: İtalya’ya gittik denize girmedik demezsiniz, oh miss.



Çağrı Güven