Social Icons

30 Eylül 2013 Pazartesi

Prag Notları

Kurumsal şirketlerde çalışmanın en güzel yani iş seyahatleridir. Toplantılar, eğitimler ne kadar yoğun geçerse geçsin, sonunu ya da öncesini bağladığınız 2 gün , hele ki bilmediğiniz bir şehir ya da ülkedeyse, çoğu zaman başınıza dert olan  beyaz yakanıza kısa bir süre için de olsa minnet duymanızı sağlar.

Prag'a bu vesileyle geldim. 3 günlük bir eğitimin ardından 3 koca günü de gezerek, tozarak geçirdim. Bu 3 günün yarısına şirketten yakın bir arkadaşım eşlik etti ama sonrasında kendisini hasretle bekleyen eşi ve çocuklarının ısrarına dayanamayarak geri döndü. Elbette beni de  hasretle bekleyenler var:  yatağım, dvd playerım ve bisikletim sessiz kalmayı tercih ettikleri için, tatilimi bir süre uzatmakta mahsur görmedim:)  

Tek başına gezmenin en kötü yanı fotoğraf çekme krizidir. Ya fotoğraflarda yer almamayı  tercih  ederek, bina, köprü, börtü böcek çekeceksiniz ki bu benim kişisel olarak tercih etmediğim bir seçenektir. İçinde yer almadığım kareleri son derece sıkıcı buluyorum dersem megaloman olduğumu düşünebilirsiniz ama aksi taktirde ''burada çekilmişi var'' diyerek kartpostal almak daha mantıklı geliyor bana. Diğer seçenekse, objektifi kendinize çevirip,arka fonu da sizle beraber aynı kareye sığdırmaktır. Bu fotoğraflara baktığımda arka fondan ziyade sadece yanaklarımı görüyorum. Son bir seçenek de, benim bu tatilde sıkça başvurduğum" could you please take a photo?" cümlesiyle çılgın bir sosyalleşmeye girerek yerli halkın fotoğrafçılık becerilerine güvenmektir.

Ziyaret edilen ülke bir Doğu Avrupa ülkesi olunca elbette şehrin estetiğinden önce yerli halkın estetiği geliyor. Slav ırkının sinir bozucu güzelliği malumunuz. Boy, pos , endam ve pürüzsüz beyaz tenlerinden bahsetmiyorum ama renkli gözlü olmayanları doğar doğmaz toprağa gömdüklerine dair şüphelerim var.  Bu psikolojideyken  yapılacak en doğru hareketi yaptım ve " önemli olan iç güzelliği" felsefesine daha sıkı tutunarak, dönüşte dukan diyetine girmeye karar verdim.

Ve işte Prag  notları...

Bütün Avrupa şehirlerinde karşılaştığınız; eski-yeni şehir ve bunları ayıran büyük bir nehir; çevresinde görkemli kilise ve katedraller tablosunu Prag'da görüyorsunuz. Ancak gördükleriniz arasında belkide en estetik ve en bozulmamış olanını. Şirketin ayarladığı otel yeni şehirdeydi; ama her yerde olduğu gibi Prag'da da görülmeye değer tüm yerler eski şehirde bulunuyor. Eski şehrin merkezindeki meydan çok sayıda pandomimci ve sokak müzisyeniyle dolu; bu yüzden meydan sürekli canlı ve hareketli. Daha önce denemediyseniz Prag'da ginger üstünde şehir turu yapabilirsiniz. 





Gezilecek Görülecek Yerler / Top 5

      1- Charles Bridge: 13. yüzyılda inşa edilmiş; araç trafiğine kapalı bu köprünün üzerinde 75 adet heykel bulunuyor. Köprünün üzerinde, fiyatlar biraz yüksek olsa da hediyelik eşyalar alabilir ya da portrenizi yaptırabilirsiniz. 





      2- Prag Kalesi (Hradancy Meydanı): İçerisinde St. Vitus Katedrali'nin de bulunduğu oldukça büyük bir kale. Çok yakınındaki Golden Lane sokağının da görülmesi tavsiye olunur.





      3- Astronomic Clock: Şehir meydanındaki, dünyada 3 tane bulunan astronomik saatlerden biri. Her saat başı, 15 saniyelik mekanik bir gösteri yapılıyor. Bu yüzden her saat başı saatin önünde ellerinde kameralarıyla bir turist grubu bekliyor. Açıkçası bu gösteri biraz hayal kırıklığı yaşatabilir. 



      4-John Lennon Wall: 1980 yılında ölen John Lennon'un anısına renkli grafitilerle süslenmiş rengarenk bir duvar. 





      5-Müzeler : Prag'da 3 tane müzeyi ziyaret etme fırsatım oldu. Ulusal müze tadilatta olduğundan, burayı ziyaret edemedim. Sadece oldukça görkemli binasının önünde fotoğraf çektirmekle yetindim. Prag'la özdeşleşmiş bir isim olan Franz Kafka'nin müzesine gittim. Dönüşüm'ü okurken hissettiğim bunalımı müzesini gezerken de hissettim. Bunalımıma iyi geleceğini düşünerek; hemen arkasından Old Town Meydanı'ndaki Çikolata Müzesi'ni gezdim. Serotinin hormonumu düzenlemek için gittiğim bu müzenin hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim. Tamamen turistik ve ticari amaçlı dizayn edilmiş bir müze. Bunun dışında 1900'lerin başında çekilmiş ilk porno filmin de gösterildiği Sex Machines Müzesi de ilginizi çekebilir. Gezdiğimden değil, methini duydum sadece:) 



Yeme- İçme- Eğlence 
http://www.tripadvisor.com.tr/ olmadan önce ne yapıyorduk sorusunu sorduğum tatil bu oldu sanırım. Gittiğimiz bütün restoran, cafe ve barların, öncesinde karnesini güzel bir değerlendirdik, bu yüzden gittiğimiz hiç bir yerde kötü bir sürprizle karşılaşmadık. Burada hepsine yer vermedim. Özellikle en etkileyici 2 tanesi şöyle:

   1- Medieval Tavern: Gittiğimiz en etkileyici mekandı. Sadece yemekleri ve tattığımız Dark Beer of Love ile değil; 10'ar dakikalık çok sayıda Ortaçağ dönemi gösterileriyle de aklımızda yer etti. Mekan kuru kafa ve heykellerle süslenmiş. Garsonlar ise Ortaçağ dönemini çağrıştıran kıyafetler giyerek servis yapıyor ve o dönemin ruhunu yansıtmak için pek de nazik davranmıyorlar. Biranızı masaya vurarak koyup, bira istemediğinizde kafanıza hafif bir şaplak indiriyorlar.
    





 3 farklı bölümden oluşan bu mekanın en içteki bölümünde oturuyorduk. Orta bölümden gelen Avrupa'da az rastlanır coşkulu seslerin elbette Prag'a gezmeye gelmiş bir Türk grubuna ait olmasına şaşırmadık. Kan çekiyor bir yerde,hemen güçlerimizi birleştirdik. Bu mekana tarihindeki en şen gecelerden birini yaşattığımıza eminim:)




  
   2- Absinth Museum: İsminin müze olmasına aldanmayın; aklınıza gelebilecek her içeceğe absent karıştırılmış türlü çeşit kokteyllerin servis edildiği bir bar burası. Tek başıma olduğumdan yeşil perinin büyüsüne kapılma riskini göze olamadım. Sadece absentli kahvenin tadına baktım. Buna bile ancak 3 yudum dayanabildim.







19 Eylül 2013 Perşembe

Çin Günlükleri 3-Hong Kong

Çin seyahatimizin son durağında Hong Kong’dayız. Hong Kong’dan bahsederken Çin demeye dilim varmıyor. 1997 yılına kadar ‘’güneşi batmayan’’ İngiltere’ye bağlı bir sömürgeyken, bu tarihten itibaren özüne  dönmüş ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir bölge haline gelmiş. Bu yüzden de Çin’de olduğunuzu hissettirecek tek şey çevrenizdeki çekik gözlü vatandaşlar. Bazı bölgelerinde onlara bile pek rastlayamıyorsunuz. Metro istasyonu bile Londra’daki metroyla aynı; bölgelerin isimleri aynı fontla yazılmış. Bu yüzden burada haritasız, kitapçıksız dolaşabiliyorsunuz. Herkes İngilizce konuşabiliyor. 
Tarihi yerler çok fazla yok, bol miktarda görkemli bina ve modern yapılar var. Şehri tepeden gören ‘'Peak’’ popüler mekanlardan birisi. İstanbul Boğazı’nın yerini tutmasa da; büyük gökdelenlerin manzarasını izleyerek tekne gezintisi yapabilirsiniz. 

Bir de Disneyland var, ama Fransa ve Amerika’dakileri ziyaret etmesek de şöhretini duyduk. Onlara kıyasla Hong Kong’daki Disneyland’a adrenalini damardan alıp gitmeniz gerekiyor.










Hong Kong'da mutlaka bir Çay Evi'ne (Tea House) gitmenizi öneririz. Çay'a gösterilen itibari gördükten sonra, öyle gelişi güzel ince bellide çay içebileceğinizi sanmıyorum; biz o günden beri ne zaman çay içsek vicdanımız sızlıyor:) Çay evlerinde sizi özel bir odaya alıp modunuza ve amacınıza göre envai çeşit çay seçeneği sunuluyor. Odada size hizmet eden bir kişi bulunuyor ve hafızanız için, gözleriniz için, depresyonunuz için, artık ne derdiniz varsa ona göre çay servisi yapılıyor 







12 Eylül 2013 Perşembe

Çin Günlükleri 2-Pekin



Milli egomuzu büyütmek amacıyla hazırlanan tarih müfredatında Çin Seddi’nin önemi büyüktür. Hun Türklerinin akınlarını durdurmak için inşa edildiği (ki aslında kaynaklarda Türklerin sahneye çıkışından  çok daha önce inşasına başlandığı yazıyor) ve aydan görüldüğü iddia edilen Çin Seddi Çinlilerden çok bizim için büyük bir gurur kaynağıdır.  Çin Seddi’ne gittiğimizde; bir an omuzlarımı geri atıp; havalı havalı yürümeye başladığımı hissettim. Serde Türklük var sonuçta; atalarımın barbarca akınlarına karşı yapılmış; 6000 km lik duvar, önümde kıvrım kıvrım uzarken; ben nasıl kayıtsız kalabilirdim ki. Merak ediyorum; bir gün  İncirlik Üssü'ne bakan bir Ortadoğulu; ''Burası bize karşı savunma amacıyla yap(tır)ıldı'' diye gururla gezecek mi acaba.
Türk hakanlarını baştan çıkartan fettan Çinli prensesler olmasa; belki Çin Seddi gibi kaç dünya harikası daha inşa ettirecektik varın siz düşünün. ‘’İşte bunlar hep seks diyen’’ Sami Abimizin; oynak çinli prenseslerden; Katerina’nın gizemli çadır davetine kadar aslında pek çok tarihi vukuata da ışık tutan büyük bir düşünür olduğunu söyleyebiliriz.
Kimse bana Çinli prenseslerle yapılan izdivaçların politik olduğunu söylemesin;) Türk erkeklerinin yabancı hanım kızlarımıza olan zaafı taaa Hunlu atalarımıza kadar dayanıyor ve gördüğünüz gibi sadece kuzey ülkeleriyle sınırlı değil. Coğrafi ve politik şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre zevkler ve seçimler değişebiliyorJ  

Konumuza dönmek gerekirse; Çin seyahatimizin notlarına; 2. durağımız Pekin’le devam ediyoruz..



Çin Seddi:  Çin'de İngilizce konuşan herhangi birine rastladığınızda , ''toprağam'' diyerek kucaklamak istiyorsunuz. Özellikle hizmet sektöründe kaldığımız otel dışında İngilizce bilen hemen hemen hiç kimseye rastlamadık. Bu yüzden Pekin'i  3 gün boyunca İngilizce bilen Çinli bir tur rehberle dolaştık. Çince adını söyleyemediğim gibi yazamıyorum da. Biz ona kısaca John dedik. Muhittin'i kabul ettiremedik.




Çin Seddi Pekin'den 1 saatlik sürüş mesafesinde. Sonrasında teleferikle yüksekliği yaklaşık 8 metrelik surlara ulaşıyorsunuz. İlk yapıldığında 6000 km olan duvarların bugün sadece 2500 km'si ayakta. Biz bunun 5 km gibi hatırı sayılır bir bölümünü yürüdük.



Yaklaşık 5. km'den sonra rakımın daha yüksek olduğu bölüme doğru dik merdivenler uzanıyor. Bundan sonrasında duvarlar ıssızlaşıyor; rakım yükseliyor ve sisler arasında Çin Seddi önünüzde kıvrılmaya devam ediyor. Ancak bundan sonra yürümeye devam etmek için, iyi bir kondisyon ve yoruldum diye mızmızlanmayacak bir arkadaş gerekiyor.






Tiananmen Meydanı:  1400'lü yıllarda inşa edilmiş ''Ulusun Kapısı'' olarak adlandırılan bu meydan Pekin'in tam göbeğinde yer alıyor ve politik olarak Taksim Meydanı bizim için ne ifade ediyorsa; bu meydan da Pekin için çok benzerini ifade ediyor.  1989 Haziran ayında işçi, öğrenci ve aydınların hükumete karşı yaptığı gösterilerin sembolü olmuş Tiananmen Meydanı'nda bu gösterilerin sonucunda 2600 kişi hayatını kaybetmiş.





Cennet Tapınağı (Temple of Heaven):  Burası, 1400'lü yıllarda inşa edilmiş; daha iyi mahsul almak için ayin yaptıkları ve kurban kestikleri bir tapınak.




Yasak Şehir (Forbidden City):  Pekin'e gidip Yasak Şehir'i görmemek; İstanbul'a gelip boğazı görmemek gibi bir durum olur. Zaten 72 hektarlık bir araziyi kapladığı için; gözden kaçacak gibi de değil. Avrupa'da gördüğünüz katedrallere ve saraylara benzemiyor. 7 yüzyıl boyunca Çin imparatorlarının ve ailelerinin yaşadığı sarayların, tapınakların, avluların, bahçelerin olduğu bir şehir. Buraya 1 tam gününüzü ayırmanız gerekir. Gezmeye başladığımızda hevesle notlar alıyorduk. Ama bir süre sonra not tutmayı bıraktık. İmparatorun her ihtiyacı için ayrı bir oda değil; saraycıklar inşa edilmiş.Tahta çıkma sarayı, tahta çıkmaya hazırlanma sarayı, annesinin tahta çıkışı izleme sarayı vesaire vesaire..Nüfus yoğunluğundan dolayı 50 katlı apartmanların; 20'şer metrekarelik dairelerinde yaşayan Çin halkını görünce; atalarının bonkör yaşamına sinirleniyor insan. Tüm saraylardaki ve tapınaklardaki ejderha figürlerinden bahsetmiyorum hiç. Çin geleneğinde ejderhanın uğurunu bilmeyen yoktur zaten.
Bunun dışında yine oldukça geniş bir araziye kurulmuş; Gemi Kunming Gölü'nün kenarındaki  Yazlık Saray'ı (Summer Palace) ziyaret ettik. 728 metrelik, dünyanın en uzun koridoru buradaki en dikkat çekici eserdi. Lüks harcamaların artışı Osmanlı'da olduğu gibi Çin imparatorluklarının da sonunu hazırlamış. Yazlık Saray'da İmparatoriçe Cixi'nin yaptırdığı tamamı mermerden bir gemi var.









Pekin'de 2 farklı sahne şovuna katıldık: akrobasi ve kungfu gösterileri. Her ikisi de dudak uçuklatacak türdendi. Yasak olduğundan kamera kaydı ve fotoğraf pek fazla alamadık. Akrobasi gösterisinin açılışı için izleyicilerden birini seçtiler. Bu şanslı kişi tahmin edin kim oldu:)





Ve tabiki finali Pekin ördeğiyle yapıyoruz. Çin'deki restoranlara gittiğinizde minimum yarım saat sıra beklemek çok olağan bir durum. Hatta bankodan sıra numarası aldığımız bile oldu. İyi restoranların girişinde bir bekleme odası bulunuyor. Siz sıranızı beklerken; garsonlar size ufak ikramlar getiriyor. Tavsiye üzerine pekin ördeğini çok iyi yapan bir restorana gittik. Bekleme odasında yapılan ikramlarla karnımız doyunca restoranın lüksünü fark ettik. Parmak arası sandaletlerimizin ve sırt çantalarımızın mekana olan uyumsuzluğuna rağmen, gece boyu 4 farklı garsonun etrafımızda döndüğü bir masaya oturtulduk. Menü gelmeden Gonca'yla birbirimize kredi kartı limitlerinizi sorduk. Kaygımız boşa çıktı; İstanbul'da 2 kişi 500 liradan aşağı kalkamayacağımız masadan; sadece 80 lira ödeyerek kalktık.
Pekin ördeğini masaya garson değil aşçı getirdi ve yanımızda ördeğin güya yenebilecek yerlerini ayırıp masaya servis etti. İnce ince döner gibi dilimlenmiş parçaları; değişik soslarla lavaşa sararak afiyetle yedik. Ancak hala ördeğin geri kalanına ne olduğunu merak ediyorum. Mundar ettiler güzelim ördeği.







Son bir durağımız kaldı: Çin'de bir Avrupa kenti: HONG KONG!