Social Icons

31 Aralık 2018 Pazartesi

2019 ÇOK GÜZEL OLACAK! İNŞ...




Orta sınıfın genel alışkanlığı olsa gerek, çocukluğumdan beri her sene yeni yıla girerken 2 liste hazırlarım. İlkini kimseyle paylaşmam, ikincisini elimden gelse ulusa sesleniş konuşmasıyla madde madde açıklarım. Yıllardır 50 takipçinin üstünü görmeyen hint fakiri bloğum ulusa sesleniş yapmak için iddialı bir mecra olmasa da elbette ikinci listeyi açıklayacağım: yeni yılda büyük ikramiye bana çıksa ne yaparım sorunsalı. 3678 hamlede 70 milyon nasıl ezilir? Aslında liste o kadar uzun değil. Sonuçta memur çocuğu olmamdan mütevellit para harcama konusundaki vizyonum limitli. Bir kısmını bağışlarım (duyarlı takipçilerimin linçinden korktuğumdan değil, gerçekten bağışlarım), kalanıyla 8-10 tane ev alırım (bkz. Memur çocuğu olmak). Ama öyle Nişantaşı, Bebek’ten falan değil, yatırımlık: Kurtköy- Kartal hattından (yine yeniden memur çocuğu olmak). Kalanı da faize yatırır bir ömür geçinir giderim. En azından 1 senemi çılgınlar gibi gezerek geçiririm. Şeyma Subaşı’yla kanka olur Cochella senin Burning Man benim para ezerim. Onunki alın teri, benimki piyango. Olsun…
İkinci liste bu kadar.


Kendime sakladığım, kimselerle paylaşmadığım ilki ise yeni yılda yapılacaklar listesi. Bildiğiniz ‘’bucket list’’ işte. Bu sene böyle bir liste hazırlamadım. Planlayıp yapamadıklarımdan ötürü daha fazla özgüven kaybını göze alamadım diyelim. Onun yerine geçirdiğim kusursuz fırtınalı, bol değişimli ve heyecanlı senenin bilançosunu çıkarttım. Geçmişimdeki kurumsal hayatın verdiği alışkanlık işte: 2018 Business Review. Please enjoy the key highlights below:

Bonus maddeyi baştan vereyim: En büyük gururum 2018’de de önceki senelerde olduğu gibi herhangi bir kişisel gelişim kitabı okumamak oldu. 2019 için de bu konudaki istikrarımı bozmayı düşünmüyorum.


1-    Pazartesi başlayan hiçbir diyet kilo verdirmez


Türkçe meali, ne halta karar veriyorsan ver, daha fazla erteleme.  İş toplantıları, ev alma planları, evlilik, çocuk yapma kararları ertelenir. Hayatında tek sefer gerçekleşecek, önemli kararlar ve durumlar uygun şartların oluşması için bekleyebilir. Ama hayat tarzı haline getirmek istediğin alışkanlıklar ertelenmemeli. 3 hafta sonrası için sigara bırakma planı çalışmaz, 6 hamburger sonrası için diyete girme kararı verilmez. Patlar. Valla benimkiler hep patladı.

2-    Götünüzü sağlama almadan hayallerinizin peşinden falan koşmayın


Kişisel gelişim kitaplarının ve vasat Amerikan filmlerinin en büyük zehridir bu. Hayat kısa, hayallerini kovala, inanırsan olur.. Gelmeyin bu gazlara. Bu kitapları okuduktan sonra üşenmeyin, Türkiye'nin ekonomik krizler tarihine bakın. 4 yılda bir artan enflasyon, işsizlik, dolar kuru ayaklarınızı yere bastırır. Hayallerinin peşinden koşma lüksü olan insanların hikayelerine bakın, yeterince dikkatli bakarsanız çoğunun zaten aileden tuzunun kuru olduğunu göreceksiniz. İstisnai bir dehaysanız, zaten kişisel gelişim kitaplarının gazlarına gerek kalmadan hayallerini çoktan gerçekleştirmiş durumdasınızdır. Götünüzü sağlama alın sonra nereye koşacaksınız koşun. Kondisyonunuzu ve nefesinizi iyi ayarlayın, koştuğunuz yolu geri dönmek zorunda kalabilirsiniz.



3-     Kendinizden verdiğiniz hiçbir taviz daha çok sevilmenizi sağlamaz
         O yüzden çok da şaapmamak lazım.



       

4-    Bazen sevmediğin şeyleri yapmak da başarı getirir

Hatta çoğunlukla sevmediğiniz şeyleri yapmak uzun vadede mutlu eder. Sevmediğiniz şeyler genellikle zayıf kaslarınızdır ve güçlenmeleri için sevmeyerek de olsa yapmanız gerekir. Ve bu uzun vadede yeni bir yetkinlik kazanmanız demektir. 


5-    Mutluluk içimizde değil, dışımızda


Kişisel mutluluğumuz büyük ölçüde dış etkenlere bağlı. O yüzden siyasi ve ekonomik
olarak krizlerle geçen 2018’de Türkiye mutluluk endeksinde 5 sıra geriledi.
Kaygılarımızla baş etmek için elbet içimize dönüp farklı rehabilitasyonlar denemek
güzel. Ama mutsuz eden ortamlardan ve insanlardan kaçmak gerek. Güneşi
selamlamak falan yetmiyor maalesef.


6-    Hiçbir duygu kalıcı değil ama bazıları çok daha yavaş geçer


        Bunun farkındalığında olmak başlı başına bir merhem zaten.
       

7-    Sen gittin ya ben öyle pek fazla değişmedim



Hayatınızdan çıkan insanlar, küstüğünüz arkadaşlar, biten ilişkileriniz ya da atıldığınız işinizden sonra iddialı laflar söyleyip, büyük kararlar almak özellikle kadınlığın şanındandır. O yüzden her 90 lar partisinde Ajda Pekkan’a bağıra çağıra eşlik eden sarhoş ve kalbi kırık bir kız grubuna rastlarsınız:
Şimdi gel de gör beni bambaşka biri
Topladım dağılan kalbimin her köşesini
Ardından ağlayan o zavallı kız nerede şimdi
Gel gör beni bla bla bla……
Bu iddialı kararları bu sene bir kenara bırakın. Çünkü çok benzerlerini bu sene de tekrarlayacaksınız. Egolu yöneticinize atar yapıp, sevgiliniz sizinle yeterince ilgilenmedi diye trip atacaksınız.  Çünkü eşyanın doğası gereği kimse hayatında başına gelen ufak çaplı krizlerden ötürü öyle bir anda değişmez. Bunun yerine hatalarınızı tölere eden insanlarla kuşatın çevrenizi. Onlara yatırım yapın, onlara değer verin. Yani sizi gerçekten seven insanlara.


8-    Tekrar olsa yine yaparım dediğim hiçbir hata yok, hiç birini yapmam


      

9-    Affetmek her zaman büyüklük değil, bazen aptallıktır
Ya da her zaman büyüklük yapmak zorunda değilsiniz. Bu neyin egosu, evliya mı olcaksınız sanki..


2019 ÇOK GÜZEL OLACAK... İNŞ:)














29 Aralık 2017 Cuma

Ufak Tefek Cinayetler üzerine Ufak Tefek Güzellemeler


Biz bu diziyi neden çok sevdik? Reklam aralarıyla beraber 3 saat süren Türk dizilerinden bayıp kendimizi HBO ve Netflix’in kollarına bırakan ‘’genel izleyici’’ kadrosu olarak biz bu dizide ne bulduk da bu kadar çok sevdik acaba?

Salı akşamları Star TV ekralarında çıkan Ufak Tefek Cinayetler dizisinin müptelası olduk bir şekilde. ‘’Ayy aynı beni anlatıyor’’ diyeceğimiz hiçbir karakter yok, ‘’hayatımın aynası yeminlen’’ diyeceğimiz bir ortaklık da kuramıyoruz. Ama fena halde sardık bu diziye. Evet tamam, her 3 Türk kadınından 8 inin hayranı olduğu Mert Fırat’ın kadroda yer alması da etken olabilir ama yeterli değil. Sonuçta Khal Drogo öldükten sonra GOT izlemeye devam eden insanlarız biz.
Bu dizide neyi farklı bulduğumuzun ufak bir analizini yaptım kendimce: 



11-  Bir kere çoğu Türk dizisinden farklı  olarak diziyi izlerken tek derdimiz esas oğlanla esas kızın kavuşması değil. İzleyicinin derdi olmadığı gibi, diğer oyuncuların da meselesi bu değil. Son dönem Türk dizilerinde görmeye alıştığımız esas oğlan-esas kız haricindeki tüm diğer oyuncuların tek derdi onları ya kavuşturmak ya da ayırmak maalesef. Bu dizide herkesin kendine göre ayrı dertleri var.  Aldatılan kadını da (Arzu), kocasını elinde tutmaya çalışan kadına da (Pelin), pilates topuyla zengin koca avına çıkan ablamızı da (Burcu) esas kızımızın  dertleri kadar izliyoruz dizide.




22- Yüzü güzel, vücudu kaslı diye kamera karşısına çıkartılmış oyunculardan oluşmuyor dizinin kadrosu. Hepsi geçmiş projelerinde rüşdünü ispatlamış ve başarılı işlere imza atmış oyuncular.



33- Gerçek aşkı bulmak için garson, şoför, asistan olmamız şart değil kızlar. Çünkü artık hayatımıza OYA var!  Dizimizin esas kızı. Yaşadığı çocukluk travmalarına rağmen gitmiş, okumuş çok başarılı bir doktor olmuş. Nereden baksanız 6 sene Tıp okuyup, üstüne TUS’u kazanmış, uzmanlığını yapıp jinekolog olmuş. E haliyle yurdumun kim bilir hangi uzak şehrinde mecburi hizmetini de tamamlamıştır hanım kızımız. Muayenehanesi de yol geçen hanı gibi tıkır tıkır işliyor . Kendi ayakları üstünde duran, yardımsever, iyi kalpli güçlü bir kadın figürü Oya. Üstelik öyle alışık olduğumuz  üzere tüm sosyal çevresini karşısına alarak aşkına sahip çıkacak aşırı zengin ve bir o kadar da romantik beyaz atlı prensi bekleyen saf ve ezik kadın profili değil. Kimseyi beklediği falan yok. Sporunu yapan, kendine bakan, sağlığına dikkat eden kariyer sahibi pek muhterem bir hanımefendi kendileri. Türk dizilerinde başarılı iş kadınlarının, güzel sekreterlere kumpaslar kuran kötü kalpli profiller olmalarına o kadar alıştık ki, Oya bize umut oldu adeta. İyi ki varsın Oya😊



44- Genellikle Türk dizilerinde nihai amacın esas oğlanla esas kızın kavuşması olması evlilikle biten mutlu sonu beklemeye itiyor bizi..  Masalsı aşıklar bir evlenseler tüm dertler son bulacak inancı oluşuyor biz izleyicilerde. 100. bölüme kadar sabırla mutlu bir gelin olmasını bekliyoruz esas kızımızın. Ufak Tefek Cinayetler’deki  ana karakterlerin çoğu evli. Ve gerçekte de olduğu gibi asıl dertleri evlendikten sonra başlamış bu çiftlerin.


55- Klasik Türk dizilerinden farklı olarak karakter çatışmaları sosyal ya da ekonomik sınıf farkı üzerinden yapılmıyor. Zengin oğlan fakir kız yok. Gözümüz yok, Allah daha çok versin, bu dizide herkes zengin. Zaten bu yüzden gerçekçi. Gerçek hayatta herkes kendi sosyal ve ekonomik sınıfından insanlarla beraber oluyor (maalesef ama gerçek bu). Zengin oğlanın ailesini karşısına alarak garson kıza aşık olduğu kaç örnek gördünüz çevrenizde allasen..



66- Bu da benim en sevdiğim.. Dizideki ana hikaye kadınlar arasında geçiyor. İyi kalplisi de kadın, şeytana pabucunu ters giydiren de. Erkekler bu dizide ufaktan arka planda. Öyle aşırı zengin, bir o kadar sadık ve bir hayli romantik heykel gibi abiler ve onların gölgesinde kalmaya hevesli saftirik kızlar yok bu dizide. Hepsi de kadın, hepsi de pek bir dişli maşallah. Tavrına kurban olalım o kadınların😊


77-  Pek çok kişi benim gibi hikayenin antagonisti olan Merve’ye hayrandır eminim.  O kadar masum ve güzel yüzü olmasına rağmen kötü kalpli kadını canlandırması çok alışık olduğumuz bir şey değil Türk dizilerinde. Sanki her an bir şirinlik yapacak da, yaptıklarını unutturacakmış gibi bir hali var Merve'nin. Yapmacık şeytani bakışlar atarak, sinsi sinsi gülücükler saçarak vermiyor karakterin ruhunu. Kötülüğü de , fettanlığı  da insani duruyor üzerinde. Türk sinemasının Erol Taş’ı gibi değil. Cazibe karakterinde ne kadar sevdiysek, Merve olarak da o kadar ürküyoruz kendisinden.





Kusurları, eksiklikleri, klişeleri yok mu dizinin? Elbette var. Ama kabul edelim ki  rakiplerine göre sıradışı bir proje. Ufak Tefek kusurları oluversin o kadarcık da.

13 Ekim 2017 Cuma

KRALİÇE ARI

Kadınların işgücüne katılımı, tarımdan sanayi toplumuna geçerken ciddi bir düşüş göstermiştir. Kapitalizmin emekleme yıllarında ağır sanayide çalışamayan kadın, yıllarca çalışma hayatından uzak tutulmuş ve sadece ekonomik hayattan değil sosyal hayattan da izole edilmiştir. Önce kadınlar ve çocuklar kurtarılacakken, gelişen kapitalizmde onlar bırakılmıştır batmak üzere olan gemide. Yüzlerce dogmatik ve geleneksel inançlarla eve kapatılan kadına bir de rekabetçi ekonomik sistem vurmuştur darbeyi. Son yüzyıla geldiğimizde ise, kadın nihayet modern toplumda iş dünyasının kapısını aralamayı başarmıştır. Hem emek yoğun işlerde hem de yönetim kadrolarında kadının iş gücüne katılımı seneler içinde artış gösterir. Yıllarca içinde baraj suyu gibi biriktirdiği potansiyelini, zekâsını ve yeteneklerini enerjiye dönüştürme zamanı artık kadınlarındır.
Ancak, iş dünyasındaki tüm dekor, yıllardır tek başına sahne alan erkeklere göre kurgulanmıştır. Çalışma hayatına giren kadından topuklu ayakkabıyla halı saha maçına çıkması bekleniyor gibidir. Sert ve acımasız olması istenir. Ağzından ateş, kıçından yıldırım çıkartması gerekir. Oyunda kalmanın şartı, oyunu erkek gibi oynamasıdır. İş hayatında kadının erkek gibi davrananı makbuldür. Erkek iktidarındaki yüksek gökdelenler de, bacası tüten fabrikalar da yıllardır kazanma hırsının esiri olmuştur. Hep renksiz, hep gri kalmıştır
Kadının başarılı olması için kadınlığını sineye çekip erkek gibi olması beklentisinden daha acı olan bir şey varsa, bu düşüncenin pek çok kadın tarafından da kabul görmesi ve itiraz edilmeden sahiplenilmesidir. İş dünyası, ayakta kalmak ve kendini kabul ettirmek adına kadınlığına ihanet etmeyi göze almış pek çok hemcinsimizle dolu.


Son dönemde literatüre ‘’ kraliçe arı sendromu’’ olarak giren psikolojik terimin de mucidi kadınlardır. Eve hapsolduğumuz onlarca yılın sonunda, doğal empati yetimiz, güçlü sezgilerimizle fark yaratacakken, literatüre yepyeni bir psikolojik taciz yöntemi kazandıran tüm kadınları ayakta alkışlamak gerekir. Kraliçe arı sendromu iş yerinde kadının kendi hemcinslerine yaptığı psikoloji baskıdır. Kovanın tek bir kraliçesi vardır. Herkes onun emrindedir. Arıların şahıdır. İş yerindeki kraliçe arı kendini karşı cinse sürekli ispat peşindedir. Bunun da en kolay yolu diğer kadınlara hükmetmek, gerektiğinde küçük düşürmektir. Kraliçe, diğer kadınları itibarsızlaştırmak ve kontrol altında tutmak ister. Hemcinslerinin duygusallığını zayıflık olarak görür. Onlara benzemediğini her fırsatta erkek çalışanların gözüne sokma telaşındadır. Bulunduğu mevkii bir kadına kaybetmektense, iğnesini kovandaki tüm kadınlara sokmayı tercih eder. Çünkü o, kovanın kraliçesidir. Tarih boyunca da o kovanı yöneten tek kraliçe o kalmalıdır.
Türkiye de kadınların sadece %28’i hemcinsleriyle çalışmayı tercih ediyor. Bunun altında yatan neden de bahsettiğimiz kraliçe arı sendromu. Aynı metrobüsün, farklı seferlerinde tacize uğramışlıkları, etek boyları yüzünden aynı caddede yürürken laf yemişlikleri var oysaki. Kadınlık en büyük ortaklıkları. Erkeklere daha uygun olan işler ve sektörler listesini yapan bir anlayış varken, kadın neden kadının kurdudur hala?

‘’Birbirimizden çok farklı olmamız değil, birbirimize çok benziyor olmamızdır lanetimiz’’ (Floransa Büyücüsü). Erkeklerin kontrolündeki iş dünyası artık erkeklerin ve erkek gibi davranmaya çalışan kadınların himayesindedir. Bu yüzden kapitalizmin griye boyadığı yüksek binalar ve fabrikalar hala gri. Hala kendisine değecek bir kadın eli bekler gibi.