14 Temmuz 2015 Salı
Hayaller NASA, Gerçekler Plaza..
Söylemesi ayıp Kaş’dan yeni
dönmüşüm, hafiften bronzlaşmış tenimle oturup iş hayatıyla ilgili ahkâm kesmek
hoşuma mı gidiyor sanıyorsunuz? Vallahi gidiyor aslında. Hatta hiç bu kadar
gitmemişti. Gözünüz kalmasın sadece kısa bir süre daha tuzum kuru. İşten ayrılmış bir görmemişin tatil fotosunu koyayım; sonra esas konumuza dönelim.
İnsanlar çalışırken neden
mutsuzlar sorusunun pek çok cevabı var. Çok çalışmaktan şikâyet edenler, maaşı
yetmeyenler, izin günlerinde her daim eksiye düşenler vesaire.. Ancak bunların
hepsi kurumsal hayat konforunu bırakmaya değecek nedenler değil. Pek çok iş
arkadaşımla ortak bir şikâyetimiz vardı hep: üretememek, değer yaratamamak. Canım
ülkemin milli gelirinden AR-GE harcamalarına ayrılan payın Almanya’nınkinden 9
kat; Güney Kore’ninkinden 5 kat daha az olduğunu göz önünde bulundurursak; üretimden ve dolayısıyla ihracattan yaratılan değerin, duble yolları,
dikilen robot,-dinozor heykellerini, Tokyo ile Londra’yı birbirine bağlayan
Marmaray projesini (!) finanse etmeye yetmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durumda hem
bu faturaları ödeyecek hem de memlekete istihdam yaratacak süper kahramanlar
gerekiyor: Yaşasın Yabancı Sermaye. Bu yüzden Türkiye’de yetişen ve 8.
dereceden türev alabilen parlak zekâlı çoğu genç mühendisin hayali çok uluslu
şirketlerin satış-pazarlama gibi departmanlarında sadece 4 işlem yaparak yüksek maaşlar alıp, klimalı ofislerde çalışmaktır.
Haksız sayılmazlar; NASA vardı da onlar mı çalışmadı. İşin acı tarafı bu adamlardan
idealist davranıp üretim ya da araştırma-geliştirme tarafında çalışanları maddi olarak tatmin edilmediği
gibi, deyim yerindeyse anaları ağlatılıyor (adam derken cinsiyetçi bir
yaklaşımım yok vallahi, canavar gibi kadın mühendislerin de durumu aynı).
Üniversitelerin
İşletme-Ekonomi ve diğer idari bölümlerinden mezun olanlar zaten bu şirketlere
girmek için tüm üniversite hayatlarını küçük müdürcükler olarak geçiriyor.
Elinde bira, çayır çimen yatanların arasından röfleli saçlarını savurarak
stajdan gelen ve siz ekmek arası patatesi dudağınızdaki ketçap bulaşığına
aldırmadan mideye indirirken; muhtemelen stajdaki fit yöneticilerden birine
özenip ‘’mediterranean salad’’ yiyen işletmeci kızları bilirsiniz. İşte
onlardan bahsediyorum. Onlardan zaten üretim falan beklemiyoruz. Onların
ekonomik dengedeki rolü: tüketimi
artırarak ekonomiyi canlı tutmak. Bir de işte müdürcülük oynamak. Ama mühendis
arkadaşlara çok üzülüyorum. Kaldığı yurttaki floresandan kablo çekip çorba
pişiren adamlar bunlar; uçak mı yapamayacaklar..
Peki bu insanlar ne yapıyor
yüksek plazalardaki klimalı ofislerde? Geçen doktor bir arkadaşım işle ilgili
bir telefon görüşmeme şahit oldu. ‘’Bir de doktorların Latince terimlerine laf
edersiniz’’ dedi. ‘’Yarım saattir söylediklerinin tek kelimesini anlamadım. Altı
üstü mal satıyorsunuz, artistliğe bak’’ diyerek
bir güzel ezdi beni. Napalım dedim, herkes senin gibi dönen kılları
alamıyor. (Bi ara da memleketteki doktorların durumunu yazmak lazım. Onların
durumu bizden fena..)
Bu uzun girizgahın ardından,
süper havalı plaza konuşmaları, saatler süren toplantıları yapan farklı
departmanların işlevleri ve çalışanların genel ruh hallerini özetleyeyim istedim.
Pazarlama (Marketing): Tüm yeni mezunların ilk hayalidir.
Pazarlamacı olduklarında, kemik çerçeveli gözlük takıp, ‘’bir fikrim var: neden
içtiğimiz sütün ambalajını inek memesi şeklinde yapmıyoruz?’’ gibi zihni sinir
fikirler üretip 5 yılda CEO olacaklarını hayal ederler. Hâlbuki uluslararası
şirketlerin yurt dışındaki genel merkezlerinden gelen 5 yıllık kalkınma
planlarını memlekete adapte etmekten öteye geçemezler. Bunu da tek başlarına
yapmazlar tabi; ajanslardan yardım alırlar. Şirketlerin en havalı konuşan
insanlarıdır. Türlü biçimde kısaltmalar kullanıp, Turkish-English lisanlarıyla
sizi ambale ederler. Çılgın sunumlar hazırlarlar. Günde 70 slide power point, 2
sayfa Word, 5 sayfa excel dosyası çıkaran adamlar vardır aralarında. Raporlar
öyle afilidir ki, sayfalardaki kenar süslemelerine bakmaktan dinlediğiniz
konuyu unutursunuz. ‘’yapıyor olacağız.. ediyor olacağız…’’ cümle kalıbını,
Türkçe’ye kazandırmış kişilerdir ayrıca. Sanıyorum bu future continious tense’in
Türkçe karşılığı olsa gerek.. we will be doing this fucking report dude.. ok? demek
isterler sanırsam ama Türkçe’de future continious tense yok, adamlar ne yapsın..
Toplantıları sonsuza kadar devam edebilir. Piyasaya sürdükleri ürün tutmazsa
genelde satış ekibini suçlarlar. Tutarsa zaten havalarından yanlarına
yaklaşılmaz.
Satış: Her çeşit insanla iletişim kurabilecek, kapıdan
kovulsalar bacadan girecek insanların başarılı olacağı departmandır. Güvenilmesi
zor insanlardır. Ağızları iyi laf yapar. Bir müşteriyle Cuma namazına gidip; çıkışta
bir diğeriyle rakı sofrasına oturabilirler. Aceleci ve aşırı derecede sonuç
odaklılardır. 4 işlem ve KDV oranı dışında başka sofistike bir bilgiye
ihtiyaçları yoktur. Çoğunlukla pazarlama (marketing) departmanına kabul
edilmeyenlerin 2. seçeneğidir. Bunun yarattığı kompleksle pazarlama
departmanıyla her daim çatışma içerisindedirler. Sahada geçirdikleri zaman çok olduğundan
hepsi dolmuşçu gibi araba kullanır. Disipline edilmeleri ve kontrol edilmeleri
zordur.
Finans: Ortaokul mezunu başarılı bir esnafı şirketlerdeki
finans departmanlarına 1 hafta sokun, adamlar, ağızlarını bırakır başka
yerleriyle gülerler. Finans şirketleri ve bankalar dışındaki şirketlerde finans
departmanlarının rolü kötü polislik yapmaktır. Zibilyon çeşit finansal terim
kullanırlar. İşin özeti aslında basittir. Herhangi bir işletmenin finansı havuz
problemine benzer. Musluklar vardır açık olan (gelirler); bir de delikler
vardır suyu boşaltan (giderler)..Musluklar ve delikler kapatıldığı anda havuzda
kalan su işletmenin karıdır. Ama tabi ki aralarında bahsettiğim gibi 8. dereceden
türev alabilen insanların olduğu bir grubu havuzun başına koyarsanız, bu
adamlar suyun içindeki kireç oranı gibi aslında hiç işe yaramayacak ve değer
katmayacak bilgileri de hesaba katacaklardır. Diyorum ya bu işler için fazla
donanımlı adamlar..Bu adamlar araba yapmalı, uçak yapmalı, AIDS’e aşı, kansere
çare bulmalı..
İnsan Kaynakları: Annem bana hep ‘’kızım öğretmen ol,
kadınlar için en güzel meslek’’ derdi. Bilseydi insan kaynaklarına gir derdi.
Çünkü insan kaynaklarında çalışmak modern zamanların ‘’öğretmen kız’’ hayalini
fazlasıyla karşılıyor. Genellikle prezantabl kızların ve janti çocukların
çalıştığı departmandır. En belirgin özellikleri her daim gülümsemeleridir.
‘’hayat ne kadar güzel, eğlen coş, neşe içinde koş’’ bakışlarıyla dolaşırlar
plazalarda. Satış hedefleri tutmamış, piyasaya
sürülen ürün tutmamış, reklam filmi yetişmemiş, ananızdan emdiğiniz süt
burnunuzdan gelmişken; ‘’işimizi çok seviyoruz, değil mi?’’ havalarında
insanlar görürseniz halet-i ruhiyeniz nasıl olur siz düşünün. Vakitleri en bol,
stresleri en az olan departmandır. Her daim saçları fönlü, tırnakları manikürlü
kadınlar genellikle insan kaynaklarıdır.
Pazar/Tüketici Araştırmaları: Son dönemin yükselen trendlerinden biridir. ‘’100
kişiye sorduk, 98’i aloe verayı burnuma sokmak isterim dedi; neden 80 milyon da
istemesin ki?’’ gibi çıkarımları pazarlama departmanıyla paylaşarak yeni
çıkacak ürün projelerine katkıda bulunurlar. Ama o 100 kişi hayatında aloe vera
görmemiştir o ayrı..
Evet işte böyle.. Keşke üreten
ülke olsaydık. Keşke bilime, sanata hakkıyla sahip çıkan bir millet
olsaydık. Keşke biz klimanın altında
saatler süren toplantılarla yabancı sermayenin tüketimini tetikleyen fikirler
bulmaya çalışırken, idealizminden ödün vermemiş, kendisini akademik çalışmalara
adamış, üniversiteyken notlarını fotokopi çektirmek için yaltaklandığımız
adamları ülkeden kaçırmasaydık. Yanlarından havalı arabalarla geçerken
‘’inekliğin sonu bu’’ dercesine küçümser bakışlar atmasaydık. Türkiye
üniversitelerinin sahip çıkmadığı, hükümetin atadığı yandaş rektörlerin ilk
fırsatta üniversiteden postaladığı adamları Harward’a, Oxford’a, MIT’ye
gönderdik. Geriye kalan yüksek mühendislerimizi, ekonomistlerimizi, tasarımcılarımızı,
felsefecilerimizi plazalara hapsettik. Rakı sofrasında atıp tutalım hadi
şimdi..’’Adamlar uzaya çıktı, biz yerimizde sayıyoruz diye..’’ Şaşırıyor muyuz
hala?
13 Nisan 2015 Pazartesi
Düğünlerde Saksıdan Hallice Olan 7 Zavallı Karakter
İddia ediyorum bir sosyolog sadece düğünlere giderek; toplumsal psikolojiye dair derin çözümlemeler yapabilir:) Bu çalışmamızda sadece düğün saksılarını inceliyoruz. Neyse ki sezon yeni başlıyor..
1- Gelinin annesi ve damadın babası: Gelin ve damadın yaptığı ilk dans sonrasında; adettendir; damat kayınvalidesini; gelin ise kayın pederini dansa kaldırır. Bu durumda saf dışı bırakılan gelinin babası ve damadın annesi sahnenin kenarında korkuluk gibi kalır.
2- Son iğne
tutucuları: Takı törenleri son
dönemde epey modernize hale geldi. Gelin ve damatın sahnenin ortasında saksı
gibi durup; ‘’bize takacak yok mu’’ diye beklediği takı törenleri nin yerine; çiftlerin masa
masa gezdiği törenler geldiyse de; halen bu adetin uygulandığı geleneksel
düğünlere rastlamak mümkün. Bu tür
törenlerde son derece elzem bir görev vardır:’’iğne tutuculuğu’’. Taşıdığı önem açısından nişan törenlerindeki
tepsi tutucularıyla kapışırlar. Bu kişiler genellikle gelin ve damatın açık
gözlü, uyanık; hafızası kuvvetli dişi
akrabaları arasından seçilir. Gelen takıları gelin ve damatın üzerine takmak
için gereken iğneleri tutarlar. Aslında bu işin bahanesidir. Asıl amaç; takılar
doğru kişiye takıldı mı, kim çeyrek; kim yarım taktı gibi konuları beyne
kaydetmetir.
3- Kendini görüntü yönetmeni sanan kameramanlar: Bir düğünde; gelinden daha kaprisli biri varsa o da
kameramandır. Fırsat verilse hepsi birer Hitchkok’tur ama kader onları bir
düğün kameramanı yapmıştır. Kullandıkları en öndemli teknik; pasta kesilirken ve takılar takılırken
kamerayı zoomlamaktır.Özellikle takıları zoomlama görevi düğün evi tarafından
tembih edilmiş arşivsel bir çalışmadır.
4- Gelin arabasınının şöförü : Sadece arabayı kullanmakla kalmaz. Gelin çiçeğini evden almak; arabayı süsletmek; kuaförden birilerinin alınması; otogardan misafir karşılanması gibi tüm ayak işlerine sizi koştururlar. Kız tarafının akrabalarından birine yazılıyorsanız; şansınızı çok artıracak bir görevdir. Hem göz önünde bulunur; hem de büyüklerin ‘’ay pek efendi çocuk’’ gibi övgülerini toplarsınız.
5- Gelinliğin
kuyruğunu taşıyan nedimeler: Psikolojik işkencede son noktadır. Bir insan
neden en önemli gününde ; başkasının yardımı olmadan hareket edemeyeceği bir
elbise giyer ki.. Ve bir elbiseyi taşımak için neden minimum 2 kişi gerekir.
İşte bunlar hep trend..Ve trendlerin mantığı olmaz..
6- Küçük
kardeşin düğününde bekar abi ya da ablalar: Gelin masasındaki
vazo olun daha iyi.. Sizden küçük kardeşiniz ; daha erken evlenmeye karar
verdiyse; ya o düğüne engel olun ya da o düğüne götürebileceğiniz bir nişanlı
bulun. Yoksa bütün gece; ‘’küçük hızlı çıktı (sanki araba yarışı)’’,
‘’abisinin/ ablasının önüne geçti’’, ‘’ seneye yaza da seninkini yaparız
artık’’ gibi saçmalıklarla uğraşırsınız.
7- Damatlar: Her ne kadar baş rolde görünse
de düğünlerdeki en büyük saksılar damatlardır.
Bir kere fena halde gelinin gölgesinde kalırlar. Altında kot pantolonu,
üstünde t shirtüyle gezen o sade kız birden bire masallardaki prenseslere
dönüşürler. Kabarık gelinlikler; bazen aşırıya kaçan makyajla gecenin yıldızı
onlardır. Damatlar siyah takımlarıyla ancak gelinin yanındaki yardımcı erkek
oyuncu oscarına adaydırlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)